Bir gece de doğdum, bir ömürde ölemedim. Her gün yeni bir başlangıç dedim eskisini bitiremedim...

27 Şubat 2013 Çarşamba

Baharım geldi, hoş geldi



Bugün odamdan içeri süzülen güneş ışığıyla beraber kim inanır ki biz şubat ayındayız. Kar kış beklerken dışarısı günlük güneşlik, doğa yeşermeye başlamış. Hiç çalışılacak havalar değil bunlar. İnsanı yoldan çıkartan cazibesi olan bir dönemin eşiğindeyiz. Yazık bize, acınası bir haldeyiz tiratlarımızın inandırıcılığını yok edecek şekilde enerji veren kışkırtıcı bir zaman. Tüh yaa :)))

Şu an da bile içimden sevinç çığlıkları atarak,iş yerinden kaçma isteğimi bastırmak ile uğraşıyorum:))) O kadar içimi ısıttı dışarıdaki uyanış. Tam bir bahar kadınıyım ben ve tam da bahar dönemimdeyim ne tesadüf ki. Öyle ki bu sene mayısa gelmeden açıyor çiçeklerim,doğuyorum yeniden usulca hayata.

Hadi bakalım rast gele kadınlarım, bahar geldi hoş geldi. Silkelenin biraz rahatlayın bakalım.

26 Şubat 2013 Salı

Kavrayış...




 Her şeyin bir başlangıcı vardır.

Bulduğumuz sonuçlar, döndüğümüz kavşaklar, gittiğimiz yolllar bizi bu başlangıçların sonuna taşır. Sonuçlar değişir, başlangıçlar ise hep aynıdır... Tüm mesele, bu gerçeğin etrafında dans ederken; insanın başı dönmesi ve her şey bir birine karıştırmaya ve kaybolmaya başlamasıyla başlar. Başlangıçlar her yeni dönemecin arkasında kaybolurken yeni yollar doğar geceye. Yeniler eskimeye başlar. Yollar kaybolur, labirentlere döner.
Eski ile yeninin bu dansı, bizi daha bilinmezlere sürükler. Bu serüvene başlayan döngülerin bir yerinde karşımıza iki seçenek çıkar tüm yalınlığıyla. Ya rüyada kalacağız ya da gerçeğe uyanacağız. "Gerçeğe uyanmak" her zaman bizi cezbedici sonuçları içinde barındırmadığından, rüyada kalmayı seçmek kolay olan olarak görünür çoğumuza. Oysa ki uyanmayı ertelemek tüm kaosu tekrar ve tekrar yaşamayı seçmektir. İşte tam da bu anda insanlar uyanmayı isterler gerçekten. Artık tekrarlardan sıkılmış ve öğrenmiş kişiler olarak gerçek ile yüzleşmek cezbedici bir hal alıverir.

Uyanmayı seçmek ile uyanmak arasına sıkışmış bir zaman vardır.O zaman arasında bir çok gelgitler yaşanır.  Yeniler eklenir,eskiler çıkarılır, yeniden ekiler seçilir vb. İşte ben de tam o sıkışmış zamanın esiriyim uzun zamandır. Kaybettiğim başlangıcımı arıyorum bu dolanbaçlı sevimsiz yollarda, ne zaman kendim olmaktan vazgeçtiğim zamanı bulmaya çalışıyorum. Çünkü başlangıcı olmayan biri uyanamaz. 

Kördüğümlerim yolumu hep kapatsa, ben araf da asılı kalmaya devam etsem de elbet o kaybettiğim başlangıcımı bulacağım. Ve kendimin kahramanı olacağım. Buna olan inancım her geçen gün daha da artıyor. 

Hele bugün bir dizide duyduğum bir replik beni iyice kopardı. Kızın tespiti muhteşemdi. Kız hayatta istedikleri konusunda tercihleri olması gerektiğini eğer ne istediğini bilmez ise başkalarının isteklerini yapan biri olacağını tespit etti ki bu çoğu insanın harcı değil.

Demek ki bugün ne yapıyormuşuz, bugün kendimiz için bir iyilik yapıp başkalarının karararlarını yaşamaktan vaz geçip kendimiz için ne istediğimize karar veriyormuşuz.

Haydi dostlarım kendimiz olmaya kaldığımız yerden devam etmeye...



25 Şubat 2013 Pazartesi

Arayış...


Bir bilinmezlik, havada asılı kalınmışlık halini fotoğraflandırın ama içine bir parça umut, bir parça hareket koyun deselerdi anca bu kadar bu duruma ait bir fotoğraf çekilebilirdi.

Bu fotoğraf beni benden alıyor inanın. Kim bilir belki mevcut durumu çok iyi ifade ettiğindendir. Belkide içinde biraz gizem olmasına karşın o sıcacık kule var olduğundandır. Her ne ise ne ama bu fotoğrafta umut var hem de bana ait umutlar var. Mesafeler göreceli olsa da , kim bilir belki bugün, belki yarın. Ama var. Bende varım. 

Neyin önemli olduğuna dair monologlarım olsa da diyaloglarda önemini yitirir oldular. Kalabalıkla yabancılaşan bir tarafım olduğunu keşfettim bu ara. Bir kişi bile benim için kalabalık. Belki içimin kalabalığındandır. Bilmiyorum?

Ama melankolim bugün benimle belli, içimdeki varlığını dış dünyaya göstermeye de pek hevesli. Kusarcasına suskunları oynasa da,çığlıkları 7 düvel öteden duyulur oldu. 

En iyisi bugüne bir şiir ile veda etmek, ve en özeli bu şiiri sessiz sessiz dinlemek...


Arayış

En kısa ceza 
Ömür-boyu olandır.. 
Kimse bilmediğinden. 

Kim bilir; 
Belki bir yalan'dır.. 
Kendiliğinden. 

Bir korku'dur belki, 
Saklanandır.. 
Çirkinliğinden. 

Bir soru olsa gerek; 
Sorulmadığındandır.. 
Birden.

Özdemir Asaf



22 Şubat 2013 Cuma

Kadınlarımın monologları, dialog olsa; ne tiratlar yazılır,ne oyunlar oynanır...


Sıradanlığı özleyen bir kadın var içimde, sıradanlığı isteyen ve bekleyen...

Hayat gerçekten çok garip, size ne zaman neyi isteteceğini kestirmek pek kolay değil. Kadınların çoğu serserilere aşık olur. Ve hayatlarını onların bir gün değişme ihtimali üzerine kurarlar. Bu hayallerin sonu hep iyi bitse de, yaşayan hikayelerde eylemler ve sonuçlar hep farklı olur. Hayaller ile gerçeklerin tek ortak noktaları vardır. O da ilk giriş cümleleridir. Durum böyle olduğunda; sıradan bir evlilik, sizin hayallerinizi süsleyen ulaşılmaz, uçuk hayaliniz olabilir.

Eğer sizin de benim gibi uçuk hayalleriniz varsa, sizinde anılarınız benimkilerden daha da parlak olamaz. Bizim gibi prenses masalları ile büyüyen bir neslin kız evlatları olarak hayallerimizin bu kadar kısıtlı ve diplerde gezmesi pek beklendik bir durum olmamasına karşın, gençlik yıllarımızda başımızda esen kavak yellerinin eseri olabilir.

 Tabii bu kavak yellerinin resmen bir fırtınanın habercisi olduğunu anlamayacak kadar toy ve basireti bağlanmış bir kadınım yani kadındım desem daha doğru olur. Çünkü 2006 senesinde başlamıştı tüm serüven   benim için. O zamanlar için yaşadıklarım,hissettiklerim ve hayalini kurduklarım şimdiki gerçeklerim olmasa da ben çok şanslı bir kadınım.  Hızlı sıçrayışlarım, yüksek farkındalıklarım var. Ve en önemlisi kendime karşı acımasız denecek kadar dürüstüm. Bu iyi bir şey, yaşanmışlıkların suçlarını başkalarına atıp, kendi seçimlerimin sonuçlarından başkalarını mesul tutmuyorum. Kendime acımak yerine savaşmayı ve kaybettiğimi düşündüğüm şeyi ;Kendimi geri kazanmaya çalışıyorum.

Hayatta her ne olursa olsun her fırtınanın dindiği bir an vardır. O an geldiğinde yapılan tüm hesaplar geriye kalan yıkık dökük virane şehirler üstüne kurulur. İnsanı acıtan fırtına mıdır yoksa fırtınadan sonra geriye kalan yıkık dökük şeyler midir bunu bilmiyorum. Ama ben artık gökyüzüne bakıyorum. Orası mavi ve engin. Yıkılan her şey düzelmez belki eskisi gibi olmaz ama zaten eskisi gibi olmasını istemiyorum artık.

Şimdi gerçekten değiştirmek istediğim tek bir kişi var ve o değişince hayatım değişecek biliyorum. Adım adım ilerleyecek belki uzun zaman harcayacağım ama emek emek yeniden yapacağım. Ve bu sefer verilen tüm emekler karşılığını bulacak. Çünkü değiştirmeye tek gücümün yeteceği kişi, kendimi değiştirmeye karar verdim.

Zaman artık benim için akıyor... İzin verin sizin için de aksın...

8 Şubat 2013 Cuma

Gelsin ilaçlar Gitsin kaygılar... iyi ki varsın kimyasal mutluluklar...


Yok arkadaş, bazı şeyleri kendi kendine aşamıyorsan; ortalarda debelenip durmaya, zırıl zırıl ağlamaya ne hacet, sapacaksın kolay yollara. Sapacaksın ki , senin mutluluğunu sağlayamayan insanların yüklerini taşımayacaksın bu dünyada. Taşımayacaksın ki, onlar da senin vebalin ile gitmesinler öte dünyaya. 

Formül gayet basit, sadece kendini düşüneceksin bu dünyada. Sen sadece kendini düşündüğünde her şey zaten senin isteğin gibi ve olması gerektiği gibi oluyor. Başkalarını değiştirmeyi seçip, yolunu zorlu hatta imkansız noktalara sürüklemeyeceksin . Sürüklersen zihnini maymun edersin, kişisel gelişimciler de bu duruma maymun zihin sendromu diyerek bu noktadan paralar kazanırlar ki bu da cemiyete bir hayır sayılır. 

Yoksa adamların kitaplarını kim okur Allah aşkına. Herkes bir umudun pençesine düşmüş yuvarlanıp gidiyor. Meleklerle konuşmak diye kitap yazıyor bir yazar iyi güzel diyorsun alıyorsun kadın 3. kitabını çıkarıyor aynı konuda. Sonrada bu ulvi bir şey oluyor,paylaşmak oluyor. Yok ya, salaktık bizde. (tamam biraz salaklık mevcut ama bu kadar da değil yahu. Salaklığımız sadece sevdiklerimize.) İlk kitabında anlamıştık ne demek istediğini niye ticarete döktün bu işi. Ne gerek vardı, kartlara, ajandalara, yeni kitaplara, CD 'lere. Tüm bunları da melekler mi söyledi sana. Eğer durum böyleyse vay halimize bizim. Ölünce de sınıfta kaldık desenize. Düşünsenize melekler bile ticari stratejiler bize önerirken bizim bu dünyada maneviyattan beklentimiz hangi düzeyde olabilir ki.

Bir düzeyde gidip gelirken insan pes ediveriyor sonunda. Baş edemiyorum ben bu düzenle diyerekten düzeni değiştiremeyeceğini kabul ediyor. Ve değiştirebileceği tek şeye kendi kimyasına dönüyor. Yardımsız debeleniyor bir süre, sonra bakıyor ki gittiği bir arpa yol değil, vardığı da bir yer değil anlıyor tek başına başaramayacağını. Ve başlıyor yeni arayışlara. İşte tam o noktada ilaçlar yetişiveriyor imdadınıza. Size diyorlar ki, sen beni al ben senin beyninde istediğim hormonların salgılanmasını sağlar seni sakinleştiririm, mal gibi yaparım. Pelte gibi ederim diyor. Sende tamam ya gel en iyi arkadaşım diyerekten, bir bardak su eşliğinde alıyorsun tüm yalancı kurtuluşları, veriyorsun tüm özgün tepkileri. Bedel basit kendin olmaktan vazgeçiyorsun. Kızacağın şeylere kızmıyor,önemsediğin şeyleri önemsemiyorsun. Ve tüm bunları seni sen yapmaktan çıkaranlar için kabul ediyorsun. Ne kadar ironik değil mi? Onlar sensizde mutluyken, sen onlarla mutsuzken yapıyorsun tüm bu çılgınlıkları. Çılgınlık çünkü aklı salim insan yapmaz bunları. Bunları aciz ve korkan bir insan yapabilir. 

"Git yaşamdan zevk alacağın şeyler yap." diyenlere en iyi cevap sanırım onlarsız yaşamdan zevk almaktan başka bir şey değil. Çünkü sadece kaybettiklerinde anlayacakları değerler için onlar adına savaşmaktan vazgeçmek gerek. Kişi kendi yaptıklarından mesuldür. O zaman onlarda yaptıklarının bedellerini ödemeliler. 

Böyle maymun zihinli olursanız yazılan yazıda bir ağacın dalları gibi karışık ama bir o kadar bir birine bağlı olur. Şimdi yıkılmak değil, ayağa kalkma zamanı. Tüm yüklerden kurtulup baharda yeni yer edinme zamanı. Dalımda tüneyen tüm kuşlara sesleniyorum, uçun mavi gökyüzüne, dolaşın semalarda özgürce. Bahar geldi canlarım tomurcuklarım sizinle açıp yeşerecek. Uçun güzel kuşlarım... Özgürlük sizinle göklerde güzel...











3 Şubat 2013 Pazar

Gölgeler







Bazen her şey bu fotograftaki gibi hem belirgin, hem karanlık, hem siyah, hem beyaz... Ama griler hiç yok.  Yani bazı yanlarımız var ki karanlık ama bizi biz yapıyor. detaylar görünmese bile bütünü olduğu gibi gösteriyor.

Gölgelerle arkadaş olursanız ister istemez güneşlede aranızda bir bağ kurmuş olursunuz. Güneşin sizin gölgelerinizi var ettiğini unuttuğunuz anda güneşinizide, gölgelerinizide sonsuza kadar kaybedersiniz. O zaman size kalan sadece karanlıktır. Karanlığı seviyorsanız sizde benim gibi, sessizliği seviyorsunuz demektir. Sessizlik içimdeki kadınların bilmediği bir eylem. Susmuyorlar. konuşuyorlar sadece konuşuyorlar... bir kapatsalar çenelerini,biraz dursalar beni içimdeki boşlukla biraz sulasalar başka bir şeye gerek yok. biraz durup uyanacağım...

Uyanmam diye korkuyorlar. Gülmediğim için çekiniyorlar, anlatmadığım için sıkılıyorlar, hissetmediğim için çözemiyorlar. Öyle değişik bir dönemdeyim ki içim dondu resmen. Benim gibi yemek ile arasında sıkı fıkı bir bağ kuran birisi için canının bir şey istememesi çok acayip. İstese tamam diyeceğim her şey normal. Ama değil. bu sefer aynı değil, beni korkutan da bu. Bu duruma aşina değilim. İnsan bilmediği bir şey ile nasıl savaşır, nasıl yener onu. Kendini nasıl kurtatrır.Sinirli desen değilim, sakin desen hiç değilim dedim ya size arafta bir gölgeyim resmen.

İçimdeki yangın bile çözmüyor donukluğumu. Bu ne boktan bir durum. İçimde bir yerlere seslenmeye ve ulaşmaya çalışıyorum. Ulaşamıyorum,duyuramıyorum sesimi.

Duyurmam lazım sesimi, kurtarmam lazım kendimi. Bu kurduğum cehennemimden azad etmem gerek kendimi. Ama nasıl? Asıl soru da sorunda bu!!!