Bir gece de doğdum, bir ömürde ölemedim. Her gün yeni bir başlangıç dedim eskisini bitiremedim...

21 Temmuz 2012 Cumartesi

Lepidolit kristali değişim taşı


Değişimin tam zamanı... Yeni bir yıl gelirken listeler yapılır, yeni yılda yapılacaklarla dolup taşan listeler... Fakat bu bir büyü ve sadece 2 Ocak tarihine kadar geçerli . İnsanları saran yeni yıl heyecanının rutin gerçeklerle öldürülmesiyle 2 Ocak günü yapılan o listelerde ki maddeler teker teker yürürlükten kalkar ve yazılı kağıt parçaları bir kitabın arasındaki  yada çöplerdeki umutlar arasında ki yerini alıverir. Çöpe atılan umutlar umutsuzluğu besler...

Oysa ki benim için en doğru zaman şimdi. Biliyorum en derinlerimde bir şeyler değişti çünkü. Derinlerimdeki o büyük boşluk ve karanlığı yok artık. Farkındalık ile alakalı bir durum bu tamamen bence. Bilmek ile çok kalın bir çizgi var aralarında. Eski ile aramdaki o görünmeyen ama var olan, artık şahsıma baygınlık ve bıkkınlık veren bağ da koptu. Rüyalarımda özgürüm artık.

Ama hala değişmesi gereken bir dolu şey var. Çünkü öfke var, ateş gibi canlı ve içimi zaman zaman yakan . Ve bir yürekte öfke patlamaları oluyorsa, başka başka yerlerde sıkışmış bir şeyler daha var demektir. Birini çözmek her şeyi çözmek demek değil ne yazık ki. Ama başlangıçlar önemlidir ve değerlidir. İşte bende o önemli ve değerli başlangıcın başındayım. Ama 2 Ocakta çöpe atılacak isteklerden ve başlangıçlardan yok çok şükür.

Yeni olan her şey iyi olmadığı gibi eski olan her şeyde kötü değildir. 2011 bana öğrettiklerin için, eteğimdeki taşları önüme koyup görmemi sağladığın için teşekkür ederim. Her ne kadar 2009 - 2010 gibi seni de pek iyi hatırlamasam da iyi şeylerin başlangıç arifesiydin benim için. Sevgili 2012 senden neler beklediğimi bilseydin eminim gelmek istemezdin. Ama geliyorsun madem gelirken elin kolun dolu gel bana. Maddi manevi zenginliklerle doldur hayatımı. Huzurumu daim et. Beni dünyanın en neşeli, hayattan en çok zevk alan insanı eyle ve oğlumla bir ömür mutlu olmamız için tüm güzelliklerin kapılarını ardına kadar aç kapanmamak üzere tamam mı? haa yok ben bunları yapamam diyorsan gelme bana da söyleme. Ama gelirsen çok mutlu olurum.

Lustral, İlaçla gelen mutluluk


Mutluluk dediğimiz şey aslında matematiksel bir işlemin çıkan sonucu. Bir olay olur, beyin bunu algılar bir hormon salgılar mutlu olursunuz, başka bir şey salgılar kızgın olursunuz. Bu kadar...

Olaya böyle bakınca insan biraz bozuluyor aslında. Ne bileyim bütün hayatımın amacının birkaç hormona bağlı olması garip geliyor bana. İnsana bir serkeşlik katıyor. Düşünüyorsunuz, "Aman canım benim seretonin değerim düştü ondan bu mutsuzluk yoksa mutsuz olacak ne var." diyebilecek düzeye gelebiliyorsunuz.

Yani her şeyin bu kadar kurala bağlı olması , kader denilen olgunun bilimsel açıklaması gibi duruyor önümde. Ve ilaçlarla sağlanan mutluluğunda delilikten bir farkı kalmıyor.

Beyin denilen o muazzam organın sahip olduğu bir eksikliğin,onun aslında en muazzam tarafı olması da işi daha bir enteresan kılıyor. Çünkü beyin gerçek yaşanan bir olay ile hayal edilen bir olay arasındaki farkı algılayamıyor. İkisinde de salgıladığı hormonlar aynı. Bu da muhteşem bir hayal kurgucusunun yaşamının aslında muhteşem olabileceğinin bir diğer kanıtı oluyor ki,enerjiler ile ilgilenen insanların sözleri daha bir değerli oluveriyor bu bilgi ışığında.

Yani ne yapıyormuşuz, pozitif düşünüp kendimizi baştan yaratıveriyor muşuz...

Bu arada bunu yapmanın kolay yolunu bulan olursa aranızda bana da haber verin olur mu? Şu aralar her şeyi baştan yaratasım var:)))))

Evlilik, Manik-Depresif bir ilişkinin asi çocuğu


Bekarken, annem ile babamın ilişkileri pek parlak değildi. Ara ara güzel anlar yaşansa da, bugün geçmişe dönüp baktığımda hatıralarım sadece "kaos"'dan ibaretmiş gibi geliyor... Maddi zorluklar bu kaos ortamını tetikleyip varlığını daimileştiren etkenlerdi hep. Annem bir çok sorumluluğun altında ezilirken, babamda kurup da gerçekleştiremediği hayallerin altında eziliyordu. Kardeşimle bende  bu dengesiz çiftin gelgitlerinde yaşayarak şekilleniyorduk bir şekilde. Bugün geçmişe dönüp baktığımda ikimizinde bu ilişkiden farklı yaralr aldığını görüyorum, farklı olsa da ne yazık ki ikimizde yaralıyız. Babam özünde sevgi dolu, paylaşımcı bir insanken zamanla çocukları ile görüşmeyen, ihtiyaçlarını önemsemeyen, onları tanımayan bencil bir adama dönüştü. Tabi bu tanımlamaya annemin katkısı büyüktür eminim. Çünkü annem her ne kadar bizimle ilgilense de,bence çok büyük bir hata yaptı ve babam ile yaşadıkları tüm olumsuzlukları bizimle paylaştı.

Ben 10 yaşındayken ailecek Adana da görevli olan amcamları ziyarete gitmiştik. Dönüş yolunda sebebini hatırlayamadığım bir kavgaya tutuşmuştu annem ile babam. Ve o gün Adana - Ankara arası o yolu yarı zamanda geldiğimizi hatırlıyorum. Babam o kadar hızlı kullanmıştı ki bizimle yola çıkan amcamlar bizden 2 saat sonra Ankara'ya anca varmışlardı. Bu tartışma evde de devam etmiş, babamın annemin boğazına sarılmasıyla bir anda durulmuştu. Sanırım o anda ağlayan 2 çocuk ve teyzemin olaylara müdahil olması kavganın zirve yaptığı bir anda durmasına sebebiyet vermişti. Babam bir köşede, annem diğer bir köşedeydi... Ve o güne ait hatırladığım son şey ikisini karşıma alıp konuştuğumdu. Evet 10 yaşındaydım ve aile büyüklerime resmen nutuk atıyor, doğrulardan ve yanlışlardan bahsediyordum. Şimdi bakınca bile çok komik geliyor. 10 yaşında bir çocuğun doğruları:))) Sanırım bu durum onlar üzerinde benden daha derin bir iz bıraktı. Ama benim çocukken aile büyüğü olma vasfım o yolculuktan sonra başladı. Yani o günden sonra annem ile babamın bütün tartışmalarını A dan Z ye hep bildim. İstemiyordum ama biliyordum. Çünkü annem kimseyle paylaşamaz sadece bana anlatırdı. Keşke annem bazı değerlerini hiçe saysaydı da, dertlerini başkalarıyla paylaşsaydı. Çünkü ben anneme akıl verebilecek tecrübede hiç olmadım, onun için sadece içini döktüğü bir ağlama duvarından farksızdım. Bu dert yanmaların arkasına o yükünü hafifletirken, benim taşıyamayacağım yüklerim oluyordu. Ve küçük yaşımın olgun dertleri, hayat için kaygı duymayı öğrenmeme sebep oldukça, hayallerimde bile bir sıkışmışlık hissi hep var oluyordu.

Neyse bekar olmama rağmen evlilik ile bir çok kötü denebilecek bilgiye ve annemin üzüntülerine olmayan hayallerine sahiptim. Fakat bu bilgilerin benim evliliğime bir faydası olup olmadığını merak ediyorsanız hemen söyleyeyim, hayır olmadı. Zaten hiç iyi bir şey öğrenmemiştim. Birde insanların kötü şeylerin hep başkalarının başına geleceğine olan inancı beni de derinden sarıp sarmaladığından, o kadar rahattım ki. Aman ne olacak canım, benim beyaz atlı prensim şöyle olacak, böyle yapacak.... (çok affedersiniz ama babayı yapıyor) 

Her şeyi çok bilmiş ben hata yapamazdım yaa, yapmış da olamazdım zaten. O yüzden "seçimlerim, hareketlerim hep doğruydu." demeyi ne çok isterken, bugün geldiğim noktada büyük bir hata yaptığımı size ilk defa itiraf ediyorum. Ben çok yanlış bir zamanda Evlilik kararı aldım ve evlendim. Evlendiğim partnerim ile çocukluk aşkı olmamız gibi bir çok ayrıntı benim yazdığım peri masalıma çok uygundu, o yüzdende ayrıntıların hiç bir önemi yoktu. Ne önemi olabilirdi ki? Ahh o ayrıntılar, şimdi karın ağrıları içinde yaşadığım tüm sıkıntıların temel sebebiydiler aslında. Ama ultra zeki ben bunu ancak yeni fark edebiliyorum. Ne kadar ironik değil mi?

Şimdi ise kişisel iç savaşlarımla başbaşa tüm sorumlulukları üstlenmiş bir vaziyette bu asi çocuğu dizginlemeye çalışıyorum... Kendi hatalarımın sebebini evliliğe yüklemek çok güzel olabilirdi ama bu benim kendime yapamayacağım bir kolaylık olurdu.

Zor yollarda dolaşan asi bir kovboy misali bu blogun yollarında bir gün şafağa varmayı umut ediyorum aslında.... Yalnızlığımı bu satırlarda yok etmek için tüm çabam. Ne kadar başarılı olacağımı hep beraber göreceğiz nasıl olsa..

Hoş geldiniz puslu karanlık evlilik yollarıma...

Dışım Los Angles içim Bağdat...

Burcum ikizler diye doğduğumdan beri iki yüzlüymüş gibi muamele gördüğüm anlar azımsanmayacak kadar çokken, içine düştüğüm bu ikilemin sebebi hayatımın ikilemlerle bezenmiş olmasından çok, kimsenin bağdatı görmek istememesi... Los angles eglenceli ışıklı gizemli ama bilindik... Peki Bağdat, o çok karanlık, baskı var özgürlük yok, peçe var, savaş var, milyon tane kendi gibi olmak isteyen çocuk var ama kendi kim bilmeyen....
Böyle olunca Bağdat bana kaldıkça büyüyor, Los angles da yalanlarla bezeniyor, büyüyormuş gibi yapıyor.

Bir köprü var aralarında... İpten, tahtadan yapılma, yer yer kırılmış yerlerinden uçurumun korkunçluğu görünüyor, şelalenin çığlıkları duyuluyor... Ya yalan Los Angles te kalacağım yada gerçek Bagdatta ikisinide istemediğimden o yalap şalap köprüde yaşama savaşı veriyorum. Ara ara soluklansam da düşmekten elbette korkuyorum. Düşmemek için, kalmamak için, Kim olduğumu hatırlayan o çocuğa varmak için kanatlarımı geri istiyorum...

Kanatlarıma gebeyim, bunlar doğum sancılarım... yakında ben uçarken, o köprüyü inşaa edenler göreceğim kendi hayatlarına, dönüp bakmayacağım bile. Sadece kanat çırpacağım ışıklara....