Bir gece de doğdum, bir ömürde ölemedim. Her gün yeni bir başlangıç dedim eskisini bitiremedim...

30 Ocak 2013 Çarşamba

Metamorfoz...


Hayat çevirmiş spot ışıkları üzerime, anons edip duruyor ha bire... Bende fotoğraftaki çocuk gibi geziyor muyum, kaçıyor muyum pek bilemiyorum. Bir maç biterken yenisi için çağırıyor resmen. Bu ara favori ismi olduğumu düşünüyorum, 20 Dakika dizisindeki hapishane müdürü edasıyla dolanıp duruyor etrafımda. Ama hiç sorun yok... Çünkü ben değiştim ve değişmeye devam ediyorum. kabuğundan kurtulan kelebek gibiyim. yaşadığım metamorfoz o kadar derin ve büyük ki sonuçta doğacak selini şimdiden kestirmek pek olası değil. İşin gerçeği bu değişim; içimdeki sıkışmış enerjinin gribal enfeksiyon ile zayıf düştüğüm bir süre zarfında ortaya çıkması ile başladı. Hastalıkların bu tarz değişimleri başlattığını duymuşluğum var ama bir gribin başlattığını, inanın hiç duymadım. Ama boşu boşuna hasta olmaktan hoşlanmayacağımdan ben hastalığıma böyle bir misyon yükledim ve diyorum ki; içimdeki tüm kötülüklerden, negatif duygulardan, korkulardan, mikroplardan arınıyorum. Ve işe yaradı... Evet inanıp inanmamak sizin elinizde fakat ben değişiyorum... Bu süreçlerdeki en tehlikeli unsur kontrol edilebilir aşamadan çıkarsanız başlıyor,o yüzden bilinçli bir süreçteyken dikkatli olmakta fayda var. Benimki neredeyse kontrol edilebilir alandan çıkmak üzere ama artık bundan da korkmuyorum. Sadece değişmek istiyorum.



Öyle ki her akşam yatağa yattığımda bunun gibi bir trende kitap okuyarak yeni ülkelere seyahat ettiğimi hayal ediyorum. Bir gece kendimi prenses olarak hayal ederken bir başka gece gezgin oluveriyorum. Bir akşam deniz kenarındaki evimin verandasından denize bakarak kitap okuyor bir taraftan çay içiyorum. Şu aralar huzursuzum,hatta biraz fazla kaprisli ve çekilmezim. Kendimi en çok kitapların yanında huzurlu hissediyorum o yüzden sizinde fark ettiğiniz üzere her hayalimin bir yerinde kitap mutlaka koyuyorum. Gerçi bu istemli bir davranış olmasa da nedeninin bu olduğunu ben biliyorum. Yani bir kitabın bana refakat ettiği her yolculuk benim için huzur verici bir havaya sahip oluyor.

Bakalım bu tren beni nerelere götürecek, bu değişim beni nasıl bir selin yapacak... 

18 Ocak 2013 Cuma

Niagara şelalesinde volta atmak benimkisi...


Bir kadın düşünün, bir şelale altında gürül gürül akarken, incecik bedeniyle incecik bir ipin üstünde volta atıyor. Bir ileri bir geri salınırken aklında sadece şelalenin güzelliği var. O yüzden tehlike sadece bir varsayımdan ibaret onun için. İhtimaller dizisinin en sonuncusu düşmek, o kadar emin ki kendinden neredeyse uçabilecek.

Bende bir şelalenin üstünde volta atıyorum, kimi zaman o kadın kadar özgüven sahibiyim, kimi zaman ise kokudan donmuş bir haldeyim. Son yaşadıklarım içimde derin uçurumlar açtı. Bir bakıyorsunuz manik tarafım şahlanmış en tepelerde dolaşıyorum bir bakıyorsunuz depresifin şahıyım. Sanırsınız depresyon adını benden almış. Böyle bir duygusal uçurumun ucunda yaşanınca hayat, yükseklik korkunuz anlamını yitiriyor. Sizin için hayatınızda bahsettiğiniz bir anı oluveriyor.

Böylece bu acı deneyim ile  sadece korkunun etkisiz bir faktör olduğunu öğreniyorsunuz. Ve bu durum sizi korkusuz yapmasını bekliyorsunuz. İşler her zaman beklendiği gibi olmuyor ve siz daha çok korkuyorsunuz. İşte tam bu anda şanslı iseniz  size farkındalık yaşatacak bir kişi , bir kitap, bir olay ile karşılaşıyorsunuz. Bu kişi, kitap yada televizyonda izlediğiniz olay sizi durdurur,nefes aldırır ve değişimin kapısına kadar götürür lakin o kapıdan girmek sizin işinizdir. O noktadayken seçim sizindir. isterseniz değişirsiniz,isterseniz kokunuzun kollarında kaybolursunuz. 

Ben o şanslı insanlardanım, korkunun kollarında kaybolurken bana ışık olan insanlarım, kitaplarım ve olaylarım var. 

Tam bu olay daki kendi davranışlarımı sorgular kendime soruları sorarken  "içe dönük konuşmanın gücü" isimli kitap karşıma çıktı. Bu kadar çok okuyucu kitlesine sahip olmasına rağmen benim daha önce karşılaşmamış olmam şaşırttı beni. Hele ki yazarının gerçekçi yaklaşımı beni çok etkiledi. Çünkü yazar burada karşınıza gözlemci biri olarak değil deneyimleyen bir kimlik ile çıkıyor. Ve sadece kendi deneyimlemesini değil kişisel gelişim kitaplarını metotlarını kullanan bir çok okuyucuya ulaşarak sorunun özünü arıyor. Kendisi şöyle diyor; "Bu kadar çok kişisel gelişim kitabının olmasının tek bir anlamı olabilir, bu da bu kitapların işe yaramadığı.". Evet kişiler belirli bir süre kitaplarda belirtilen metotlara uyum sağlıyorlar ve değişim  başlıyor lakin zaman ile değişim duruyor ve eski alışkanlıklar geri dönüyor. Yani tam bir dönüşüm sağlanamıyor. Bunu sebebini araştıran yazar her şeyin bizim beyin kodlamamızın değiştirilmemiş olması olduğunu saptadığı için bu kitabı bizimle paylaşıyor.

Kitap bilgilendirme kısmındayım,uygulama noktalarına geldiğimde deneyimlerimi sizinle paylaşacağım... Umudum uygulamaların başarılı olması fakat o zaman kadar yani bu akşamlık  kitabı merak edenleriniz için adı ve yazarını sizinle paylaşıyorum. 
"İçe Dönük Konuşmanın Gücü-Shad Helmsttetter"...

Uzun bir günün son deminden size sesleniyorum ve hiç korkmayın diyorum...


7 Ocak 2013 Pazartesi

Baksan yanı başımda, dizimin dibinde, görsen diyar diyar uzakta yalçın kayaların ötesinde…


Viran bir şehir taşıyorum içimde… Hissettiğim hüznü anlatmaya ne dost dayanır, ne de bende ki bu yürek katlanır. Dilim lal olmuş, gitmiş öteye, zihnim durmuş kalmış beride… Akan sulara anlatsam acaba alır götürürler mi bu derin karanlığı, yok edebilirler mi?
Anneme sarılıp ağlayasım var, başımı omzuna koyup teselli arayasım… Ama yapamam ki… Onu üzmekten korkarım, bir karar vermekten çekinirim. Böyle içimde bir volkan, aklımda bin bir kuşku, yüreğimde ise korku var ahh dostlar, yüreğimi dirhem dirhem yakıp kül eden.
Baksan yanı başımda, dizimin dibinde, görsen diyar diyar uzakta yalçın kayaların ötesinde…  
Başucumda “Imany - You will never know “ söylüyor sanırım birazdan da bana “Slow down” diyecek…  Kim bilir belki haklıdır. Deliriyorum sanırım. Yok yok freninden boşalmış araba misali savrularak ve hızlanarak bir zaman geçirdim, şimdi ise sakinleşip dinginleşmeye çalışıyorum inanın. Sanırım bunları yaparak kendimi daha iyi hissedeceğim. Bu akşam bana destek olmaya da Sevgili dostum Jonathan Franzen –Özgürlük kitabı ile gelmiş.  Sanırım aradığım manevi desteği doğru yerde bulamayınca kendimde arıyorum. Belki de tam aramam yerdeyim, kendimde.
Korkularımla, endişelerim ve doğrular arasında sıkışıp kaldım. Doğru ne peki deseniz verecek daha bir tane cevabım bile yokken, bir dolu komplo teorim var kendi hayatıma dair. Bir yol göstericiye o kadar çok ihtiyacım var ki. Aslında bana ne yapmam gerektiğini söyleyecek birine ihtiyaç duyuyorum. Yani birisi gerçekten geleceği görse ve bana anlatabilse bugün daha mı doğru karar verirdim acaba. Yâda verdiğim karar benim mi olurdu? Bu soruların cevabını bilmiyorum ama daha rahatlatıcı olacağı kesin.
Çok bilinmeyenli denklemler yorucu oluyor benim için… X,Y,Z artık kendi başının çaresine baksalar ve beni sadece kendimle baş başa bırakabilseler, her şey daha kolay olsa, olmaz mı? İlla ki bir alengirli yolda karşılaşmaları gerekiyor değil mi? Hepsi bir aradayken.
Bizim hikâye, iki inatçı keçinin köprüde karşılaşmalarını anlatan hikâyeye benzedi. Karşılaştık ve kimse geri adım atmıyor. Daha sakin karşılamam gerekirdi belki, daha anlayışlı olmalıydım. Ama olamadım. Hangisinin doğru olduğunun o an bir önemi yoktu ki, o an hayal kırıklığım, korkularımla el ele vermişti çoktan, ele geçirmişti ki bedenimi, zihnimi, her şeyimi. Korktum da ne oldu sanki korkularımın gerçek olması dışında tabii. Hiç! Hiç bir şey!
Hiç biri ile aranızda özel bir bağ kurup, onu kendi bedeninizde takip ettiğiniz oldu mu? Göz seğirmeniz de, kalp atışınızda ya da ne bileyim rüyalarınızda? Ben takip ettim. Rüyalarım da, kalbimde, içimdeki en kuytu köşelerde dinledim…  Şu son bir aydır içimdeki huzursuzluğun sebebi de, kalbime saplanan hançerlerin sahibi de oymuş meğer. İlk hissettiğim de de biliyordum. O yüzden daha çok korktum. Öğrenmemek istedim. Kaçmak istedim ama saklanamadım.  
Onu kaybetmek istemiyordum da ondan korktum. Ama kaybetmek istemediğim asıl son 2,5 aydır gördüğüm adamdı. 4 yıldır evli olduğum kocam ya da 7 yıldır beraber olduğum erkek ya da 20 yıllık çocukluk arkadaşım değildi. Parça parça içinde var olduğunu hissettirdiği bu yanını hiç kaybetmek istemedim ben. Askerdeyken büründüğü kişi ile aynıydı, hem de yanımdaydı bu sefer. Ama dün kaybettiğimi yüzüme vurdu. Biliyorum asıl kaybı haftalar önce yaşamıştım.  Nasıl bildiğimi sormayın bana, bir kadın bilir ne zaman kaybettiğini. Sözlerinden, cümlelerinden, davranışlarından her şeyden her şeyden biliyorum… Çünkü aldığı nefesin sayısından kurduğu cümlelere kadar her şeyin sıralaması aynı.  Yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali, o sadece beni bastırmaya çalıştı.
Tedaviyi ret etmiş. Duydunuz mu? Bana dün öyle söyledi. Cahil cesaretine sahip cesurlardan o. Terazisinin kantarı oynak olanlardan. Sanki iki kişilikli. Zeki ama akıllı değil. Sanırım benim gibi.
Biliyorum bu süreçleri, ben basit bir diyete başladığımda yapıyorum bunları o mu yapmayacaktı. Şekersiz bir yaşam seçersin ama istersin onları tüketmeyi, bir süre iraden hâkimdir. O süreçte inanırsın kendine, kontrol edebildiğine ama ilk şekeri yemenle beraber zaman içinde eskiye dönersin fark etmeden fark ettirmeden. Yâda fark ettirmediğini sanaraktan. Ama biliyorsundur. Bir ilaç bu isteği köreltir, kullanmazsan iraden de yemeye başlarsın. Ve bir gün iraden o gücü bulamaz kendinde ve yenilirsin. İlk başarı her zaman başarabileceğin hissini verirken ilk yenilgide tekrarları doğurur. Biliyorum. Ama dedim ya benimki basit bir diyet en fazla bana 5 kilo aldırır, hayatımı çalmaz. Ama onun ki benim, çocuğumun, onun hayatını mahveder. Mahvetti biliyorum. Ve tekrarından korkuyorum. O yüzden sözlere itimadım az. Korkuyorum hem de çok. Ve bu korkum ona destek olmamı engelliyor. Ona yeniden başlama gücünü verdirmiyor. Beni kendi kabuğuma çekiyor derin acılarla… Keşke gelse sarılsa ve her şey yeniden başlasa ve hiç bitmese…
Ama yazarında dediği gibi “ Nasip ise gelir Hint’ten Yemen’den. Nasip değil ise ne gelir elden”…

3 Ocak 2013 Perşembe

Yeni Yıla yeni adımlarla


Kararsızlığımın boyumu aştığı noktaların birindeyken yeni bir blog ile yazmaya devam etmek istedim ve PatronNietzsche ile sizinleyim(http://ppatronice.blogspot.com/) İki blogumu da çok seviyorum. Sanırım hepsi benden birer parçayı yansıtıyor. Onu da takip ederseniz ben pek memnun edersiniz. 

PatronNietzsche biraz daha aslında iş ağırlıklı olacak bir blog olarak tasarlandı, Prettyivy ise daha kişisel. 
Tabii o orantıyı tutturacak kişi olaraktan, inşallah doğru bir çizgide durabilirim.

Yeni yılın sizlere güzellikler getirmesini diliyorum.
Sevgiyle kalın