Bir gece de doğdum, bir ömürde ölemedim. Her gün yeni bir başlangıç dedim eskisini bitiremedim...

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Korkularımızın verdiği desenlerle yoğrulan, yorulan insanlarız biz...


Kendimize ait bir hayat sürdüğümüzü sanarak yaşayan ve sırf bu yüzden yanılan faniler topluluğuyuz biz aslında. Döngülerle çevrilmiş hayatlarımızın içinde tek bir yolda ilerlediğimizi düşünüyoruz çoğu zaman. Oysaki doğuştan sahip olduğumuz kodlarımız ,kendi ürettiğimiz hormonlarımız, tanıdığımız ve farkında olmasak da hiç tanımadığımız insanların verdiği kararlarla örülü yollardan geçiyoruz. Kelebek etkisi diyerek açıklanan teorilerle ve karmalarımızla baş ediyoruz bilinçsizce. Ve en çok da korkularımızın verdiği desenlerle başkalaşan kimliklerimizle doğru ve yanlışları bulan ve sahiplenen bir yaşam formuyuz galiba. 

Normal nedir, kimdir bilmeden deli olmayı kabul ediyoruz. Böylece her düşünüleni, yapılanı normalleştiriyoruz kendimizce. Kolaylaştırılmış geri bildirimler, kurtarıcımız oluveriyor en korkulu anlarımızda. En çok da bu zamanlarda tanınıyor insanlar. En korktukları anlarda kendileri olmayı seçiyor ve birden bire taktıkları tüm maskeler dar geliyor bedenlerine. O yüzden insanları tanımak için zorluklarda bir arada olmak gerekiyor ya zaten. Çıkarların en çok düşünüldüğü anlarda.

 İş yaşamı en çok örnek topladığımız veri bankamız oluveriyor hep. Oradaki ilişkiler belirli olgularla var olup sağlandığından ve o olgular yok olduğunda yok olduğundan. 


Çevremde para ile güçlenmiş kişiler görüyorum çoğu zaman. Korkularından korkarken insanları yok sayan, para ile kendi doğrularını yaratan. Masanın hep iki tarafı var deniliyor; Yöneten ve yönetilen. Derece derece adlandırılıyor yönetimdekiler ve bu derecelendirilme hep masanın hangi tarafında ne kadar çok payınız olduğuyla biçimlendiriliyor. Orta düzey yönetici deniliyor mesela, orta dece deniliyor çünkü bu insanlar çalışana göre yöneten, yönetime göre çalışan tarafında kalıyor. Hiç bir taraf sevmiyor, her iki taraf da kendinden saymıyor onları; Bir bakıma iş yaşamının arafında, sırat köprüsünün ortasındalar çünkü. Kayıp kimliklerini dengelemeye, masanın bir tarafındaki paylarını arttırmaya çalışıyorlar. Ama bunun da bir bedeli var. Ya ruhunuzu patrona satacaksınız yada kendinizi yetiştirdiğiniz ölçüde bağımsız kalacaksınız. Ben kendimi yetişirdiğim ölçüde bağımsız kalmayı seçenlerdenim. O yüzden sevilmemeyi baştan kabul etmişim. Arafta oturmuş, sırat köprüsünü yuvam bilmişlerdenim. Sırf bu yüzden en çok korkulanlardanım. 

Personelin korkmak ile korkmamak arasında gittiği, yönetimin dik başlı bulduklarındanım. Yönetim dik başlıları sevmez, o itaatkar kişilerden hoşlanır. Eğer üst yönetimiz ahlak sahibiyse sizde cevher olduğunu savunur, işinizi yapıp yük aldığınız sürece sizinle beraber yürür. Fakat ahlakı kendi ölçütleriyle sınırlandıran bir yönetimin, sizi sadece başarısız bir baş belası olarak görmesi an meselesi olduğu kadar kaçınılmazdırda.  


Ben her yaz dönemi baş belası olarak görülen kış dönemi umursanmayan biriyim. Yaz dönemleri hırpalanan bir günah keçisiyim. Bu yazda diğerlerinden farksız benim için. İçimde öfke nöbetlerine sebep olan bu kasırganın göz bebeğine ulaşmama az kaldı. Bayram sonrasına planlanan toplantıların nihai hedefiyim.

Ama bu sefer korkularımın verdiği desenlerle değil benim onlarda yarattığım korku desenleriyle konuşacağız. Ortaya ne çıkar kestirmek oldukça güç, çünkü bu sefer direnmeyeceğim ve kasırganın göbeğinden sesleneceğim...

1 yorum: